Yan yana yaşlanıyor evler
Fatih TEZCE’nin kaleminden..
Mavimsi bir örtünün altına gizlenmiş yeşilden parçaların tarlalara yama yaptığı yaylalar gözlerimizi bir perde olmuşçasına tam kapatıyor.
Vızır vızır geçiyor yel sesi kulaklarımızdan bir yandan.
Sanki aya çıkmışız da çok yükseklerden bakmışız gibi bir çocuğun kollarındaki damarlara benzer, ince ama canlı nehirler toprağı ısırarak akıyor.
Az ileride ellerini ovuşturarak bekliyor şelale.
Nehir şelaleye akacak, mutlu son olacak. Şelalenin bildiği tek oyun bu.
Kuşlar bulutları kanatlarıyla çarpa çarpa parçalamışlar neredeyse.
Göğe bakan herkes anlıyor bunu, sonra gözleriyle tekrar topluyorlar bulutları.
Kuşların bulutları kanatlarıyla parçalaması geceden kalma son olay.
Oradakilerin hepsi böyle düşünüyor.
Az önce görebilmek için göğe kısık gözlerle baktığımız bulutlar şimdi de ayaklarımıza sarılmış vaziyette.
Giderken bir adam boyu ottan sadece minaresini görebildiğimiz obanın camiini, hemen solumuza alarak ilerlediğimiz patika yolun sonunda gökten düştüğüne inandığımız iki büyük kaya parçasının gölgesinden çıkan rüzgâr zar zor yakabildiğim semaveri daha da hırçınlaştırıyor.
Şimdi yanan semaverin hırsını anlayabiliyorum.
Rüzgâr adeta peşinden koşuyor ateşin.
Ateş ve rüzgâr birbirinden haz etmeyen iki arkadaşın mahalle oyununda yine de birbirlerini kovalaması gibi.
Mendil kapmaca oyununda omzuma yalnızca senin elinin değmesini istediğim gibi.
Beyaz bir deniz olmuş bulut ve sis tabakasının üzerinde, ellerimizden çok daha fazla üşümüş çayı ve bardağı sıcak tutmanın telaşına düştüm.
Yıllar öncesinden ellerinin sıcaklığı ile sıcak kalabilmiş avuçlarımın arasına aldığım çay bardağı şimdi bana gülümseyerek bakıyor.
Bazen yeryüzü kahverengi oluyor burada gökyüzü yeşil; bazen yer sisli oluyor gök de bulut.
Burada mukim olan bütün renkler ne yana baktılarsa hep, yan yana yaşlanan evleri gördüler.
Evler hem yaşlı hem yaslı.
Kapısına kimse vurmuyor bu evlerin.
Yan yana yaşlanmak çok güzel diyor evler, tek gayesi para harcamak olan insanlara bakarak.
İnsanların beceremediği işte bu diyor kıvrılarak uyuyan tepeler.
Çamur lekesi ayağına değince ayakkabısını çimene sürterek temizlemek isteyen bu insanlar, çimenleri yara bere içinde bıraktığını göremiyorlar diyor pınardan fışkıran sular.
Çocukken inandığımız efsane kuruluyor dilimizde: gökkuşağının altından geçersek dualarımız kabul olacak!
Gökkuşağının içinden geçiyoruz zamanı sırtımıza alarak.
Gözlerimiz uzağı keşfediyor.
Oradan başlıyor zaman.
Her gece yan yana gelerek çoğalan şelaleler, yağmur damlasında yıkanan nehirler ve sisler içinde kaybolan gözlerimiz bize bir şeyler fısıldıyor.
Sabah olduğunu kuşların dallarla kavgasından anlıyorum.